Eser, dünya görüşü zaviyesinden hukukun temel meselelerini ele alırken, alışılmışın dışında diyalog tarzında kaleme alınmasıyla dikkat çekiyor.
Kitap, “Hakîm” (Hikmetle muttasıf olan) ve “Hâkim” (Adalet üzere hükmeden) karakterleri arasındaki sohbetler üzerinden, hukukun yalnızca yasalardan ibaret olmadığını, aynı zamanda ahlak, irfan ve hürriyet gibi aşkın temellere dayanması gerektiğini savunuyor.
Metinde altı çizilen en kritik nokta ise, ahlaktan beslenmeyen bir hukukun “kuru bir sözden ibaret” kalacağı uyarısı oluyor.
Hukuk, Ahlak ve Toplumsal Vicdan İlişkisi
Mirzabeyoğlu, ahlaki görüşlere aykırı kanunların, devlet müeyyidesine sahip olsalar bile, içtimai vicdanın müeyyidesinden yoksun kalacağını ve bu nedenle hızla ortadan kalkmaya mahkûm olduğunu belirtiyor. Bu yaklaşım, hukuku sadece bir nizam ve idare ruhu olarak görmenin ötesine taşıyarak, onu besleyen ve ayakta tutan manevi zemine odaklanıyor.
Yazar, bu bakış açısıyla ahlakın, insanı anlamaya zorlayan ve bütün değerler için anlaşma temeli sunan “ruhun merkezi fakültesi” olduğunu vurguluyor.
Hürriyet, Adalet ve İdeal Temeller
“Hukuk Edebiyatı”, hak ve adalete ulaşmanın yegâne yolunun hürriyetten geçtiğini ortaya koyuyor.
Eserde hürriyet, sadece kâinatta tükenmeyip onu aşan varlığın özünde aranması gereken bir kaynak olarak tarif ediliyor.
Yazar, hürriyetin; hakikat, hukuk ve adalet, güzellik ve mütealiyet (aşkınlık) idesi olarak sosyal ve kültürel kâinatın dayandığı ideal temelleri teşkil ettiğini savunuyor. Bu çerçevede, eserde bahsedilen “Hakîm” ve “Hâkim” arasındaki diyalog, hukukun soyut ve aşkın manaları ile somut yargı pratikleri arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor.
İktidar, Demokrasi ve Anaya
Eserde, mevcut siyasi rejimlere yönelik eleştirel bir dil de göze çarpıyor.
Demokrasi ve millet hâkimiyeti gibi kavramlar, “boş bir gevezelik” olarak nitelenerek, gerçek demokrasinin hiçbir zaman var olmadığı ve olmayacağı iddia ediliyor.
Mirzabeyoğlu, birçok anayasanın tamamen göstermelik olduğunu ve mevcut rejimi gizleyen bir paravan vazifesi gördüğünü ileri sürüyor. Ayrıca, halkın halk tarafından idaresinin “tabii nizama aykırı” olduğu ve “kanun önünde eşitlik” ilkesinin de her zaman idare edenler lehine bozulduğu gibi sert çıkarımlar dile getiriliyor.
Bu tespitler, okuyucuyu iktidarın kaynağı ve meşruiyeti üzerine derinlemesine düşünmeye davet ediyor.
Büyük Doğu ve İBDA Fikriyatındaki Yeri
Eser, Salih Mirzabeyoğlu’nun kurucusu olduğu İBDA (İhtilalci Büyük Doğu Akademyası) fikriyatı içinde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor.
Hukuk Edebiyatı
Büyük Doğu ve İBDA fikriyatının “muvazeneli-denk iki kanadı” olarak nitelenerek, fikrin “nasıl?” buudu üstüne düşen “niçin?” ışığı ile vicdanın ne demek olduğunun örneklendirildiği bir çalışma olarak konumlandırılıyor. Eser, “saf fikrin hukuk mevzuuna yönelişi” ile “hukukun tefekkür boyutu” arasında bir sentez gerçekleştirerek, İBDA diyalektiğini zenginleştiren yeni bir tezahür olarak kabul ediliyor.
Geçmişten Günümüze Yönetim ve Adalet Örnekleri
Eser İslâm büyüklerinin idare tarzı ve tarihî yönetim örnekleriyle güncel meseleler arasında bir köprü kuruluyor.
Büyük Doğu mimarı Necip Fazıl Kısakürek’in “İslâm hukuku, hakkın ta kendisidir” sözü referans gösterilerek, selim aklın hakikatten başka bir şey bulamayacağı tezi destekleniyor.
Özellikle Hz. Ömer devri örnek verilerek, devlet başkanına alkış kadar eleştiri hakkının olduğu ve “vefd” isimli heyetlerle halkın derdini ve dileğini dile getirme şuurunun nasıl kurumsallaştığı anlatılıyor.
Bu tarihi misaller, mevcut hukuk ve idare anlayışına eleştirel bir karşılaştırma imkânı sunarak, “nizam” ve “irfan” kavramlarının hayatiyetini vurguluyor.
ÖNSÖZ
Eserin kendi iç nizamına gelince…
Şu: “Saf fikrin hukuk mevzuuna yönelişi” ve “hukukun tefekkür buudu” arasında, fikir ve hukuk geleneğimizde mevcut olmayan bu iki kategorinin “orijinal sentez-büyük terkib” dinamiğinin gösterilişi, bunun tarz ve usulü, dünya görüşü ve mevzu dilinin misâllendirilişi…
Bundan sonrası, her iki sahada boy göstereceklere kalmış bir iş!..
Büyük Doğu Mimarı’nın harikulâde misâliyle “irfan”ın tarifi: “İrfan, bilgi değil, “bilmeyi bilicilik” hassasıdır… Nasıl ki paraya malik olan, bir nevî satın almadığı şeylerin de sahibi sayılır!”… Ve İmam- Gazalî Hazretlerinin büyük ölçülendirmesi: “Fıkıh için ne kadar hadis bilmeli?”… “Bilmeyi bilecek kadar!”… Bunlar anlaşıldı ise, İslâm büyüklerinin işareti ışığında, şu muazzam hikmet de anlaşıldı demektir:
“Bir hadisi bilmiş olan, bütün hadisleri bilmiş gibidir!”
Böylece, tecrit ve fikir buudunda ister “fıkıh” ve ister “hukuk” veya “fıkıh ile hukuk arasındaki ilgi” açısından olsun, bunlara yanaşırken herşeyden önce malik olunması gereken insan kumaşının ne olması gerektiğini de belirtmiş oluyorum!..
Hukuk Edebiyatı, Nizam ve İdare Ruhu – Salih MİRZABEYOĞLU – İBDA Yayınları – 1989
